Tara Kitap

Uçan Benzinlik ve Post-COVID

Baş ağrıtıcı günlerden biri… Tanımlamak gerekirse, dayanılmaz demek yeterli… Bir çiçeğin gülümsediği o basit ve muazzam vasatın içerisindeyim. Kubbelerin üstünden zıplaya zıplaya bir yerlere varmaya çalışıyorum. Bu varacağım yer asla yeryüzünde değil. Fakat yeryüzüne paralel bir başka düzlem gibi. Kimseciklerin gezinmediği tuhaf ve ıssız bir alan bana ayırılmış gibi. Orada türlü hayallerimi gerçekleştirebilirim. Gerçi yalnız başıma bunu yapmamın bir anlamı olmaz. Etrafa baktım. Öncesinde durdum tabii. Sonra devam ettim. Bir kısa düşüncede başka bir çare aramıştım. Başka yerlere gitmek, hiç değilse dönmek gibi bir niyetim olacak gibiydi. Vazgeçip devam ettim. İyi de etmişim. Çünkü nasıl desem? Öyle bir boşluğun içine süzüldüm ki, ayağımın altında pamuklar vardı sanki. Yukarıda ise pamuğu andıran bulutlar bile yoktu.
Renkleri burada kullanmamışlar. Siyah, beyaz yok. Şaşılacak şey ama gri bile yok. Yani şeffaf. İçi temizlenmiş cam süt şişesinin içinde gibiyim. Ses yok seda yok, renk yok fakat bir sadelik huzuru hâkim.
Hiç mi kötü bir şey yok? Ne yalan söyleyeyim, kötü bir şey görmedim. Kötülük eden de olamazdı. O üzerinde yürüdüğüm pamuksu taban delinir de Alimallah, düşerim diye bir küçük endişem vardı. Epey de yürüdüm ama delinmedi. O kaygım bile gereksizmiş.
Rüyadan uyanırım da dağılır bu güzellik diye düşünürken bir ses geldi gaipten: “Yok ulan rüya filan değil”
Gaipten gelen bir sesin daha nazik olmasını beklerdim açıkçası hiç böyle hayal etmemiştim. Devam etti: “Bana bak! Aval aval bakınacağına sesime doğru yürü.”
Yok bu resmen küstahtı. Haddini de aşıyordu. Çok sinirlendim ve ona kim olduğunu sormadan önce: “Arkadaş biraz düzgün konuş benimle!” dedim.
“Ha şimdi renksiz bir boşlukta kimden geldiğini bilmediğin bir sesle kavga etmekten başka bir şey gelmedi mi aklına? Sen hakikaten dedikleri kadar varmışsın.” Diye karşılık verdi sözlerime.
Kim benim hakkımda ne demiş olabilirdi? Üstelik bu da kimdi?
Ya tüm soruların tek bir cevabı vardı ya da her birinin farklı cevapları… Fakat ne olursa olsun, bu düğümün çözülmesi gerekiyordu. Hem de hemen!
Bunun içinse bildiğim sorularla bilmediğim yolda devam etmeliydim.
Böylelikle başkasının partisinde kendi dansıma başladım. Kontrolü elime aldım.
“Seninle tartışmaktansa anlaşmaya çalışacağım” dedim. “Söyle bakalım civarda benden başkası da var mı ya da yolun sonunda?”
“Var tabii.” Dedi. “Var ama sen görmüyorsun. İstersen seni onlarla görüştürebilirim.”
Görüştürmek mi? Buna hayır diyemezdim. Durdum. Az sonra karşıma dev bir ekran çıkardı tanımadığım ses. Yani sanırım bunu yapan oydu…
Ekran altıya bölünmüş. Birinde de kendimi görüyordum. Diğerlerinde ise tanımadığım insanlar vardı. Onlar da şaşkındı. Bir süre birbirimizi süzdük. Biri “merhaba” diyene kadar sürdü bu.
“Size de merhaba.” Dedim ben de. Gözler bana çevrildi. Yani herhalde bana çevrildi. Ekrandan pek anlaşılamıyordu.
“Allah aşkına, biri bana burada neler olduğunu söyleyebilir mi?” dedim.
“Bu da toplantıyı sulandırma taktiği mi?” diye sordu ekrandaki kafalardan biri.
Ne toplantısı ne taktiği? Hiçbir şey anlamıyordum. Benim bu halimi önemsemeden aralarında konuşmaya başladılar. Ben yalnızca dinliyordum. Sonra sesler yavaş yavaş kısıldı. Artık yalnızca hareketli kafalar kalmıştı ekranda.
“Bak, senden başkaları da var demiştim.” Dedi gaipten gelen ses.
Ürkmüştüm. Oradan uzaklaşmak istiyordum. Ve izin istedim. “Artık sana bir şey sormayacağım. Buradan gidebilir miyim, normal hayatıma dönebilir miyim?” diye sordum.
Cevap bile vermedi. Ancak isteğimi yerine getirdi. Kendimi daktilonun başında buluverdim. Tanıdığım insan sesleri yükselmeye başladı. “Kahven” dedi Çınar. “Heeey! Kahven diyorum. Masaya bırakıyorum.”
“Ha evet” dedim afallamış halde. Dalgalı saçlarımı el yordamıyla tarayıp sakallarımı sıvazladım. Bu bendim, burası da ofisimdi. Tehlike de yok gibiydi.
Mesai bitince eve doğru yola koyuldum. Arabaya bindim. Anahtarı çevirdim. Radyoyu açtım. Yağmurluydu hava, dolayısıyla silecekleri de çalıştırdım. Eve varıp uyudum.
Ertesi gün sabah arabaya bindim. Anahtarı çevirdim. Radyoyu açtım. İşe gittim. Bu kez hava güneşliydi.
Bunu günlerce yaptım. Benzinliğe uğradığım gün ise farklıydı. Yani o tuhaf günden yedi gün sonra…
“Abi ilerde uçan arabalar olacakmış diyorlar ya!” dedi pompacı arkadaş. Ben de pencerenin yarım açıklığından “ee..” dedim.
“İşte o zaman benzinlikler de mi uçacak yani? Bir düşünsene?” dedi ve sırıttı. Kaç zamandır tanıyorum çocuğu, gücenmesin diye ben de sırıtabilirdim ancak ben o adam değildim.
“Yahu hadi oğlum ya koy şu benzini de gidelim. Sabah sabah..!”
“Abi tamam ya, ters tarafından kalktın herhalde yine!” dedi.
Ödemeyi yapıp yola devam ettim. Bulutların üstünde filan değildim. Ekran da yoktu, tanımadığım insanlar da… Peki bu nasıl olabilirdi?
Benzinlikteki çocuğun sesi, gaipten gelen sese o kadar benziyordu ki… Yoksa!?

Alper Uğur ATLI

Paylaş :

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir