Tara Kitap

Neden Evlenmek İstemiyorum?

‘’BİR SEN, BİR BEN, BİR DE BEBEK’’

‘’Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti’’ diye söze başlamak isterdim ancak ne yazık ki büyük bir edebiyatçı değilim. Aslına bakarsanız edebiyatçı bile değilim ama şu cümleyi gönül rahatlığı ile kurabilirim. ‘’40 yaşına girdim ve evlilik hakkında düşüncelerim değişti.’’
Askerlikte bir slogan vardır, duymuşsunuzdur. ‘’Her Türk asker doğar.’’ Türk kızlarının ise büyürken kullandığı slogan ‘’Her Türk kızı evlenmek için doğar’’ olsa gerek. Sanırım Türkiye’de doğan her kadın aklı ermeye başladığı andan itibaren gelin olmanın hayalini kuruyor ve adeta evlilik odaklı yaşıyor. Düğünlerde el kadar bebelere gelinlik giydirilerek beyinlerine subliminal mesajlar zerk ediliyor. Çocukken evcilik oynuyor. Oyuncak bebeklerine annelik yaparken, komşunun sessiz oğlunu zorla baba yapıyor. Biraz büyümeye başladığında annesi tarafından ev işlerine yardım etmesi gerektiği çünkü evlendiğinde bu işleri biliyor olmasının önemi anlatılıyor. Eğer kızımız bu konulara ilgisizse bizzat annesi tarafından, evlendikten sonra kapının önüne konulmakla tehdit ediliyor. Siz hiç oğluna yemek yapmasını öğreten, toz aldıran, yatak toplatan anne tanıdınız mı? Sadece soruyorum.
Kızımız büyüyüp ve üniversiteye başladığında, konu komşu da medeni haline kafayı takıyor. Ne de olsa evlilik yaşı yaklaşıyor. Gözünü dört açmalı, hayırlı bir kısmet bulduysa kaçırmamalı. Okul bitip, arkadaşları yavaş yavaş evlenmeye başladığında ise artık kızımızın öncelikli sorunu koca bulmasıdır. Yaşı geçmeye başladıkça taliplerinin azalacağı, evde kalmış bir kız kurusu olacağı mesajı alttan alta değil, gayet açıkça veriliyor. 40 yaşına geldiğinde, 13 kedisi ile yaşayan yalnız ve mutsuz bir kadın olmayı mı planlıyordur? ‘’Armudun sapı, üzümün çöpü yapma’’ en sık duyduğu atasözüdür. Tık tık tık diye sürekli atan biyolojik saati de unutmayalım. O saat gün gelip duracaktır. Durmadan önce önlem almak, anne olmak zorundadır. Çünkü anne olamayan kadın eksiktir, acizdir. Farkında mısınız? Ortalık, çocuğu için bahşettiği yegâne şey spermi olan biyolojik babalardan geçilmiyor. Hazır babalık konusu açılmışken Açev’in Türkiye’de babalık konusunu incelediği araştırmasını okumanızı öneririm. Türkiye de babaların %50’sinin çocuğunu hiç tuvalete götürmediğini, %50’sinin çocuklarına masal veya hikâye anlatmadığını, %36’sının hiç çocuğunun altını değiştirmediğini gördüğünüzde şaşırmayın.
Aslında anlatmak istediğim, ülkemizde insanların yanlış sebepler yüzünden evlenmek istemesi. Evde kalmış olmamak için, anne olmak için, vs. Ben de yıllarca bu kaygılar, korkular ve etraftan duyduğum söylevlerle yaşadım. Eğer evlenmezsem tam bir insan olamayacaktım. Toplumda statü atlayamayacak, ciddiye alınmayacak, insanlara ‘’acaba ne kusuru var’’ diye düşündürecektim. ‘’Neden hala evlenmedin evladım’’ diye soran teyzelere yanıt bulamayacak, ‘’kısmet bu işler teyzecim’’ diye geçiştirecektim. ‘’Aslında hoş kızsın. Sen de biraz kriterlerini azalt canım’’ diye milyonuncu kez duyacaktım. Bütün bu sosyolojik ve psikolojik baskıyı fark etmeyecek, avaz avaz ‘’Bir Sen Bir Ben, Bir de Bebek’’ şarkısını söyleyip evliliği romantikleştirecektim. ‘’Ah şekerim sabahları sevdiğin biri ile uyanmak ne güzel!’’ Evet, bir Hollywood filmindeysen ve birlikte uyandığın adam Keanu Reeves filansa gerçekten de öyle. Hayaller, yeni uyandığında bile yakışıklılığından gram kaybetmeyen Keanu, hayatlar, bütün gece horlamış ama ‘’ben asla horlamam’’ diyen göbekli kocanız. Bu gerçeğe ayılmam tam 40 yılımı aldı a dostlar. Bir zamanlar ben de beni çok seven bir eşin, prenses gibi göründüğüm bir gelinliğin, eğlenceli bir düğün gecesinin hayalini kurardım.
Ah durun bir dakika. Şu an bir farkındalık yaşıyorum. Ben hiç gelinliğimin ve düğünümün hayalini kurmadım ki. Yaşıtlarım evcilik oynarken ben bebeklerime elbiseler diktim. Resim defterime kıyafet modelleri çizip ünlü bir modacı olma hayali kurdum. Sonra sırası ile şarkıcı olmayı, dansçı olmayı, psikolog olmayı, tiyatrocu olmayı hayal ettim ama kendimi hiç gelinlikle hayal etmedim. Sanırım ruhum *Desperate Housewives’dan ziyade, *Working Girl olmaya uygundu ama ben tüm o toplumsal baskılar yüzünden evlenmek istediğimi sanıyordum. 40 yaşıma girdiğimde aslında evlenmek istemediğimi fark ettim. Geç olsun, güç olmasın. Bir kadının en güzel yaşlarının 40’lı yaşlar olduğu söylenirdi de inanmazdım. Bu güzelliği fiziksel bir güzellik zannederdim. Oysaki 40 yaşın güzelliği kadının kendine güveninden geliyormuş. 40 yaş kadınlar için sihirli bir değnek gibi. Bir anda bir aydınlatma hali yaşatıyor. Bir sabah uyanıyor ve kendinle sulh imzaladığını görüyorsun. El âlem ne der hapishanesinden tahliye olmanın getirdiği bir rahatlama hissi ile olduğun hali kabulleniş ve kendini daha çok sevip kıymet verme hali full paket olarak geliyor. Bitirmek istediklerin varsa eskisi gibi sıkı sıkıya tutunmuyor, gitme vaktinin geldiğine inanıp serbest bırakıyorsun. Karşındaki insanlarla yarışmıyor, ego kavgaları yapmıyorsun. Anne olma treni de ufaktan ufaktan kaçmaya başladığından biyolojik saat tehdit olmaktan çıkıyor ama bu garip bir şekilde sizi üzmüyor veya pişmanlık yaşatmıyor. Hormonlarla değil, mantıkla düşünmeye başlıyorsun. Gerçekten çocuk sahibi olmak istiyor muyum? Ona mutlu bir hayat vaat edebilecek miyim? Bunun için yeteri kadar sorumluluk sahibi miyim? Bu soruların yanıtlarını netlikle yanıtlayabiliyorsun.
Tüm bu anlattıklarımdan dolayı aşka karşı durduğum sanılmasın. Sevgililik müessesesine saygım çok büyük ama evlenip bir anda tanımadığım 368 kişi ile akraba olmak ve kocamın dayısıgilin, büyük oğlunun, karısının, kardeşinin düğününe gitmek istemiyorum. Benim için akrabalık ilişkisi anne, baba ve kardeşten ibaret. O kalabalık, neşeli İtalyan aileleri sadece filmlerde güzel.

Virginia Woolf, 24 Ekim 1929 yılında yayımlanan *Kendine Ait Bir Oda kitabında “para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!” der. Kitap pek de doğru olmayan bir tanımla feministlerin el kitabı olarak anılsa da Woolf, erkek egemen toplum düzenini kadınlar üzerinden eleştirmez. Kadınların durumunu yine kadınların kendilerine sergiledikleri tutumlar üzerinden irdeler. ‘’Genç hanımlar, bence sizler utanç verici ölçüde bilgisizsiniz. Bir tek önemli buluşunuz yok. Hiçbir zaman bir imparatorluğu yerinden sarsmış ya da bir orduyu savaşa götürmüş değilsiniz. Shakespeare’in oyunları sizlere ait değil ve hiçbir zaman barbar bir kavmi uygarlığın iyi yönleriyle tanıştırmadınız’’ der ve şunu sorar ‘’Özrünüz ne?’’

Kendime ait özel zamanlarımın olmasını seviyorum. Bir erkekle her daim dip dibe, mıç mıç mıç olma fikriyle bile hafakanlar basıyor. Belki bütün bir günü, hiçbir şey yapmadan öyle boş boş duvara bakarak geçirmek istiyorum. Belki dizleri çıkmış pijamam ve yüzümde yeşil bir maske ile kanepede karpuz gibi yayılıp film izlemek istiyorum. Belki etrafımda kimse olmadan yazı yazmak, kitap okumak, resim yapmak, örgü örmek, kendimle baş başa kalmak istiyorum. Evliyken bunları yapabilir misiniz? Veya şöyle sorayım ne sıklıkla yapabilirsiniz? Hele bir de çalışan bir kadınsanız. Bir kere o yayılmayı düşündüğünüz kanepe çoktan kocanız tarafından işgal edilmiş ve elinde tv kumandası ile ‘’tatlım çay koyar mısın?’’ ‘’bebişim meyve soysan da yesek’’ talepleri ile tüm geceyi poponuzun üstüne oturmadan bitirmişsinizdir. ‘’Ayol benim kocam hiç de öyle biri değil’’ diye beni de kendinizi de kandırmayın. Bu erkek çocuklarını annelerimizin böyle yetiştirdiğini yadsıyamazsınız. Büyük çoğunluğunun böyle olduğunu biliyoruz. Eğer geride kalan azınlıktan biri ile evliyseniz gerçekten çok şanslısınız. Hiç vakit geçirmeden Nimet Abla’dan bir piyango bileti alın.
Hiç restorana gittiğinizde evli çiftleri gözlemlediniz mi? Saatlerce oturup yemek yerler ama 3-5 kelimeden fazlasını kurmazlar. Eğer masada çocuk varsa iletişimleri de çocukları üzerindendir. Çok sıkıcı değil mi sizce de? Oysa flört ederken saatlerce konuşacak bir şeyler bulur, birbirinizin gözünün içine bakar, zamanın nasıl akıp gittiğini fark etmezsiniz bile. Evlenip aynı eve girince aniden konuşacak konular da bitiyor mudur nedir? Bu çiftlerden biri olmak istediğimi sanmıyorum. Bir de hangi çiftlerden olmak istemem biliyor musunuz? Instagram, Facebook gibi sosyal medya platformlarında sürekli mutluluk pozları verip bu fotoğrafların altını #canım #kocişim #ömrümsün #nefesimsin #senin #için #ölürüm hashtag’leri ile dolduranlardan. Bir kere ömürlük olduğu ne malum? TÜİK verilerine göre geçen yıl 126 bin 164 kişi boşanmış, biliyor muydunuz? Böyle aşk sözcükleri söyleyip kavga dövüş, çirkince boşanan çiftleri gördü bu gözler. Nefesimsin ne demek yahu? Daha önce oksijen çadırında mı yaşıyordun? Senin, benim gibi bir faniye böyle büyük büyük anlamlar yüklemek niye? Hayatında o yokken nasıl yaşıyordun? Bu kadar mı kendini sevmiyorsun? Birbirlerine nasıl büyük aşk beslediklerini gözümüze sokmaya çalışan çiftlerin aslında çok mutsuz olduklarını düşünüyorum. Sanki önce kendilerini inandırmaya çalışıyorlar gibi geliyor. Gerçekten çok mutlu olan insanlar öyle tatmin doludur ki bunu duyurmaya çalışmak için en ufak bir çaba harcamazlar. Akıllarına bile gelmez. Hem ayrıca ‘’Ölürüm Sana’’ demek bir tek Tarkan’a yakışıyor.
80’li yıllarda çocuk olduysanız Barbie bebeğinizin olma şansı oldukça düşüktür. Ülkemizde satılmadığı için yurtdışından gelenlere sipariş vermek gerekiyordu. Ülkede satışı başladığında da bir öğretmen maaşına yakın fiyatı olduğundan her ailenin alması mümkün olmuyordu. Şimdiyse ekonomimiz o kadar iyi ki artık kurabiyeleri bile Barbie bebek sandalyelerinde ikram ediyoruz. Çocukluğundan beri hayalini kurduğu kız isteme, söz, nişan, kına, düğün Bermuda Şeytan beşgeni geçtikten sonra, kadınların artık başka bir amaçları kalmadığından delirdiklerini ve bu deliliklerini zeytinleri kurdelelere, sucuklu tostları dantellere sarıp ikram ederek dışa vurduklarını sanıyorum. Yoksa yeni gelin sunumlarının başka bir mantıklı açıklaması olamaz. İşte size evlenmemek için bir sebep daha. Delirmek istemiyorum.
Nişan alışverişi, çeyiz düzme ve ev kurarken yapılan saçmalamalar üzerine de sayfalarca yazabilirim. Hayatı boyunca giymeyeceği tüylü terliği almadığı için hayatı kayınvalidesine zindan eden, onun istediği perdeciye gidilmedi diye ciddi ciddi oturup ağlayan kadınlar gördü bu gözler. Sırf bu gereksiz zaman ve enerji kaybı için bile evlenilmez yahu. Aylarca özene bezene uğraşıp harika oldu denilen evlerde şu detaylardan oluşuyor: Tıkış tıkış pembe koltuklar, zücaciye dükkânı açmaya yetecek biblolar, şıkır şıkır taşlı ışıklandırmalar, altın varaklı, oymalı yemek takımları, mor yeşil perdeler… Gözleriniz kanadı mı? İlla ki bir şatafat, illa ki hava atma derdi… Kimse de demiyor ki sade ve modern bir evimiz, mutlaka büyükçe bir kütüphanemiz, ruhumuzu besleyecek müzikler, filmler, hobiler için bir köşemiz olsun. Hobiniz var değil mi?
‘’Pardon şekerim bu kadar yazıp yazıp eleştirdin de sen ne yaptın? Evlenmedin de atomu mu parçaladın? Dünya barışını mı getirdin nedir yani?’’ diyebilirsiniz. Bunların hiçbirini yapamadım ama kitaplar okudum, insanlarla ‘’evlilik ve şürekâsı’’ dışında da sohbetler ettim, ufkumu açacak filmler izledim, fırsat ve imkân buldukça yeni yerler keşfetmeye çalış(tım)ıyorum. Yeni şeyler öğrendim. Kurslara gittim. Önce kendi ruhumu besledim. Kendimi geliştirmek için zaman ve emek harcadım. Önce, bir birey olarak erkeğe yaslanmadan ayakta durmayı öğrendim.
Sevdiğiniz adamı ‘’Ama aşkooom bir kere evleniyoruz’’ şımarıklığı ile yıllarca sürecek bir borç batağına sokmadan önce kendinize şunları sorun: Aslında gerçekten istediğim bu mu yoksa yıllarca ‘’böyle yapmak lazım. Dostlar alışverişte görsün’’ diye mi büyüdüm? Çocukluğumu yeteri kadar yaşayamadığım için mi evimi koskoca bir pembe pandispanyaya benzetmeye çalışıyorum? Tek başıma var olmayı beceremediğim için mi kocamla yapışık ikiz gibi yaşamak istiyor, hem ona, hem kendime nefes alacak alan bırakmıyorum? Yalnız kalmaktan korktuğum için mi karşıma ilk çıkan adamla evlenmek istiyorum? Evlenmiş olmak için evlenmek mi, aşk evliliği mi?
Bunlardan birini yaparsam lütfen beni omuzlarımdan tutup, beynim yerine gelene kadar hızlıca sarsın. Yine de ünlü düşünür (!) James Bond’un dediği gibi : *Asla, Asla Deme 😉

*Desperate Housewives: 2004 yılında yayınlanmaya başlayan, ABC Studios ve Cherry Productions tarafından ise yapımı gerçekleştirilen Amerikan televizyon dizisi. Ülkemizde ‘’Umutsuz Ev Kadınları’’ ismi ile yayınlanmıştır.

*Working Girl: Başrollerini Harrison Ford, Sigourney Weaver, Melanie Griffith, Alec Baldwin ve Joan Cusack’ın oynadığı 1988 yapımı Amerikan filmi.

*Asla, Asla Deme: James Bond film serisinin 1983 yapımı 15. filmi. Orijinal adı ‘’Never Say Never Again’’ olup Türkiye’de ‘’Asla, Asla Deme ‘’ ismiyle yayınlanmıştır.

PLAYLIST

TARKAN-ÖLÜRÜM SANA (Dinlemek için tıkla..)

İZEL-BİR SEN BİR BEN BİR DE BEBEK (Dinlemek için tıkla..)
BONUS: GLORIA GAYNOR –I WILL SURVIVE(Dinlemek için tıkla..)

Paylaş :

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir