Tara Kitap

Bu Korona Bize Ne Öğretti?

Çok şey!

Mesela şey, söylemesi ayıptır, yani nasıl desem, affedersiniz… Kaba et korkusu!
Eve kapanmak, kulağınızı kesen ve pis kokan maskeleri takmadan sokağa çıkmamak! Aileden uzak kalmak, önemli ve önemsizleri ayırt edebilmek… Unuttuğumuz ne çok değer varmış!
‘’Abi bekle hemen çıkıyorum’’, ‘’Çok özlemişim’’, ‘’Öpüjem’’, ‘’Doyamadım, bir defa daha öpüjem’’, ‘’Meyhanede bir tane parlatalım’’, ‘’Parti yapalım’’ filan. Bu liste uzar da uzar. Bitti! Bunlar artık yok!
Saçları lüle lüle fönlü, full makyajlı, dip boyaları kusursuz, son model kıyafetli kadınların her birinin yüzü farklıydı son gördüğümde. Sarışını, esmeri, kumralı, kızılı, hatta ıspanak renklisi bile vardı çok değil bundan iki ay önce. Şimdi ise tercih edilen ya tek renk gümüş ya da diplerde gümüş, üstlerde ise mutedil renkler. Artık Allah bir zamanlar ne verdiyse!
Yüzlerde mimikler de daha belirgin oldu! Karşımdaki Resim Heykel Müzesine eklenen son bir sanat eseri mi yoksa tanıdık mı? Ayırt etmek kolaylaştı. Bir de bunun üstüne maske son trendler arasında girdi. (Aklıma Louis Vuitton için tototlarını yırtan Çinliler geldi.) Ağırlıklı olarak 3 model tespit ettim:
-Kulak kangrenine müsait, beleş, sonra kıymete binen 1 TL.’lik model,
– K98 mı N98 mi? İşte anladınız, o model. 1960 model filtreli sivri sutyen gibi. Anlatamadıysam filtre kahvenin kâğıt filtresini aklınıza getirin.
-Ve siyah maskeler!
Yetmiyormuş gibi süper koruma için kafaya şapka, buruna gözlük, ellere eldiven. Millet Robocop gibi oldu vallahi. Herkes birbirine benzemeye başlamış.
Biri selam veriyor, ödüm bokuma karışıyor her seferinde! İster istemez refleks olarak iki elimi havaya kaldırıyorum!
‘’Aaa Leyla, selam’’ Zor tanıdım, saçı beyazlamış. ‘’Seni gördüğüme çok sevindim, nasılsın?’’
Cevap: Ben Rıdvan!
Sıçtık! Allahtan tanıdık çıktı! O da berber kurbanı olmuş!
Bu satırları yazmak, bana önümde eski bir İstanbul fotoğrafına bakar gibi annelerimizin, babalarımızın hatta dedelerimizin yaşadıklarını hatırlattı.
Yahu, bu bela memleketimizde, anlatıldığı kadarıyla, iki aylık! Geçen yazdan TBT’ ler, kep töreni fotoğrafları, kayak resimleri, deniz kenarından kareler benim için farklı bir anlam taşımaya başladı.
Eskiden “Past Perfect” iken şimdi “Present Imperfect” gibi olduk!
Oldu mu? Of hiç olmadı be kardeşim!
İki ayda hepsi tarih oldu. Hem de ciddi tarih! Var mı yeni piknik fotoğrafınız? Yok! Arkadaşlarla yeni doğum günü resminiz? Yok! Ya plajdan, denizden foto var mı? Yok, kardeşim hiç biri yok! Yasssak!
1950, 1960’lardan kalan resimlere bakınca, fötr şapkalı erkeklerin ve kürklü kadınların İstiklal’i ihya ettiği zamanları görürüz. Le Bon, Markiz, Pera Palas, Rejans’ın popüler olduğu, Boğaz’ı sandal ve kayıkların kapladığı, ayıların (4×4 modeli) sokakta oynatıldığı o güzel zamanlar… Say say bitmez o yıllar! Boğazda yeşillik bile varmış inanır mısınız? Havalimanlarının yolcu indirip bindirmek için kullanıldığı, denizlerin sadece vapur yüzdürmek için değil yüzmek için de var olduğu o dönemlerde çimlerde yürümek bile serbestmiş.
O fotoğraflara bakar gibi bakıyoruz şimdi geçen yılki fotoğraflarımıza.
Hepsi yok oldu gitti 2 ayda! Evde oturmayı öğrendik, yemek yapmayı geliştirdik (kimisi de mayonezi tutturmayı becermeyi)… Bir kısım ise, şimdi AVM’ leri çok özlemiş! Allah bol saman ve karbonhidrat versin. Ne diyeyim yani?
Evet, üzücü… Bir senelik fotoğraflar Taksim meydanındaki 1960’larda, 70’lerde trafiği idare eden FAY bidonundaki polis memuru gibi oldu! “Past Perfect” : Ah ne güzelmiş o zamanlar. “Present Imperfect”: Ulan şimdi Bodrum’da olaydık, sonra biraz Yunan adaları. (Geç bunları.) Bir de “Present” var. Onu şöyle tarif edebiliriz: Ne bok yiyeceğiz şimdi?
Bir de gelecek zaman var. Ona İngilizce “Future” diyorlar. Buna Türkçe ‘’S.ktir et denir’’ (Net ve kesin tercüme.) Bugün bugündür.
Yarın yarındır!
Yani tüm bu lafların özeti, telefonunuzun hafıza kartı büyük olsun. Yoksa bu devri torununuza anlatamayacaksınız!

Oliver Gareis

Paylaş :

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir