Tara Kitap

Karantina Bana Ne Öğretti?

Kaotik, bilinmeyen ve olağan dışı tüm süreçler insana bir öğreti sunar.
Zorlu bir hastalık evresi, iflas, göç etme, eşten ayrılma, canciğer olunan birini kaybetme gibi vakaları idrak eden kişi, zifirin en dibini gördükten sonra şafağın alacasında belini doğrultmaya, yaşadıklarını sindirmeye uğraşır.
İki aydır yaşadığımız karantinada, -şayet bir yakınınızı kaybetmediyseniz-, bolca düşünecek vakit kazanmış ve o “zifiri karanlık” çökmeden bazı aydınlanmalar yaşamış olabilirsiniz.
Ben de türlü mecralarda “özünüze dönün, dinginleşin, sakinleşin” temalı yazılar okuyunca, kapattığım duyargalarımı hafiften aralamak mecburiyetinde hissettim.
Salgın bana neleri öğretti?

* 17. Yüzyılda Venedik’e yanaşan gemilerin, hastalık geçmesin diye 40 gün limanda bekletildiğini ve karantina kelimesinin İtalyanca “kırk” anlamına gelen “quaranta”dan türediğini

* İster yemyeşil çimenler üzerinde yoga yapsın, ister Semazen olup huşu içinde ibadet etsin, isterse rakı şişesinde balık olup kendinden geçsin; ‘mutsuzluğa bağımlı’ insanın, her ahval ve şeraitte mutsuz olacağını.

* Ölümün ve sevdiklerimizi kaybetmenin hâlâ en büyük korkumuz olduğunu

* Evi paylaştığın kişilerin seni vezir ya da rezil edebileceğini

* Isaac Newton’un, kendi dönemindeki karantina süresinde, ‘yansıtmalı teleskop’ ve ‘kütle çekimi’ deneyleri geliştirdiğini

* “Bu olmadan bir gün bile geçiremem” dediğim bazı eylemleri 2 aydır yapmadığımı ve işin garibi hiç de tahmin ettiğim şekilde bir eksiklik duymadığımı

* Bu sürede irtibata geçmediğim ve hiç özlemediğim gereksizleri etki alanımın dışına -nazik bir dille- çıkarmam gerektiğini

* Hepimizin malumu olan meslek grupları bizim sağlığımız, konforumuz ve hatta lükslerimiz için kelle koltukta çalışırken, “evde kapalı kaldık” diye homurdanmanın ayıp olduğunu
Peki neleri hatırlattı?
Toprağın üzerinde olduğum süreyi zırvalıklarla heba etmemem gerektiğini,

Sevdiklerimin “kaburgasını çatlatırcasına” sarılmamın ne doğru bir iş olduğunu,

Elimdekini, ihtiyaç duyanla paylaşabilmenin hissettirdiklerini
Okuyabilmenin, izleyebilmenin ve bunları anlayacak kadar aklımın çalışmasının önemini Son dönemde sıkça esprisi yapılan, “bir uzaylıların eksik kaldığı, insanlık tarihinin en felaket dönemi” değil yaşadığımız. Mesela 1900 senesinde doğup; İspanyol gribi adıyla nam salmış ve milyonlarca insanı öldürmüş salgında yakınlarımı kaybedip, üzerine 1. Dünya Savaşı’na şahitlik etmek istemezdim. Üstelik tam ‘rahata erdim, hayatımı yoluma koydum’ dediğimde bir de üzerine 2. Dünya savaşı ile haşır-neşir olmayı hiç arzu etmezdim. Veya yüzyıllar önce, şu an kullandığımız teknolojinin ufacık zerresiyle idare ederken, veba hastalığından ölmeyi de tercih etmezdim.
Dünya ve insan bir arada yaşadıkça, bu tip felaketler başımıza gelecektir.
‘Mutlu’ olmak için mevcut zamandan istifade etmeye çalışmak, sanıyorum ki mantıklı olandır.
Aksi takdirde mutsuz ölürüz.

Paylaş :

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir